Yeni Yıla On Gün Kala

Diğer bölümleri ve hikayelerimi görmek için: Kısa Hikayelerim

Ayrıca artık bu hikayeyi tek bir sayfadan da okuyabilirsiniz: Yeni Yıla On Gün Kala



Yeni Yıla On Gün Kala

⛄Yılbaşı Planı⛄


Mutfaktaki çay sohbeti, geçmişin tozlu hatıralarıyla ağır ağır derinleşirken Melike'nin gözleri bir anda duvarda asılı duran büyük halıya kaydı. Bordo ve altın tonlarının iç içe geçtiği zarif desenler, odaya neredeyse kutsal bir ağırlık veriyordu. Tavan yüksekliğine kadar uzanan bu gösterişli halı, zamanın içinden çıkıp gelmiş gibiydi. Melike hafifçe doğruldu, parmaklarıyla bardağını kavrarken gülümsedi.


“Hala bunu saklıyorsun ha…” dedi alçak bir sesle. 


Sevim teyze başını kaldırdı, gözlerinde hem şaşkınlık hem de tatlı bir özlem belirdi. “Senin için almıştım onu!” dedi coşkulu bir şekilde. “O bizim dükkandaki en kıymetli halılardan biriydi. İran işi. Altın sırma desenli. Satmaya kıyamamıştım, Ahmet de kızmıştı bana. ‘Evde yer mi var onu asacak’ demişti. Aslında sana vermek istiyorum bu halıyı. Artık gençler sadelikten hoşlanıyor biliyorum ama" dedi ve göz ucuyla halıya baktı. “Senin o zamanki bakışını hiç unutmam."


Melike hafifçe güldü, bardağını masaya bırakarak oturuşunu düzeltti. “O halı bana hep büyülü gelirdi zaten. Hatta bir kere anneme ‘bu halının içinde bir kapı var’ demişim. O da ‘o kapı mutfağa çıkıyordur kızım, açlığındandır’ diye gülmüştü.”


Sevim teyze kahkahayı patlattı. “Ay ah canım! Annenin espri anlayışını hep sevmişimdir. Hep öyleydi, bir lafla herkesi güldürürdü."


Eski komik anılardan bahsedip gülüştüler. Melike bir an sessizleşti, gülümsemesi yüzünde kalmıştı ama gözlerinde hüzünle karışık bir yumuşaklık belirdi.


“Seninle böyle konuşunca… bir an olsun her şey eskisi gibi oluyor,” dedi. “Annem hala burada gibi... O çocuk da hala benim içimde bir yerde.”


Sevim teyze başını eğdi, eliyle Melike’nin elini sıktı. “O çocuk hiçbir zaman kaybolmadı zaten. Sadece bazen içimizdeki kalabalık seslerden duyulmuyor. Ama ben o çocuğun sesini hala duyuyorum sende.”


Melike gözlerini kaçırdı, duvardaki halıya yeniden baktı. “O zaman bu halı burada kalsın biraz daha,” dedi. “Şimdilik yeri burası gibi. Ama bir gün alacağım onu, söz.”


“İstediğin zaman,” dedi Sevim teyze. “Ama geldiğinde üstünde çay lekesi falan olursa beni arayıp azarlama sakın!”


Melike gülümseyerek: “O konuda söz veremem.”


Çaylar bitmişti. Hava da yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Melike oturduğu yerden kalktı, pencereye doğru yürüdü. Dışarıda ince ince yağmur başlamıştı. Camın buğusuna parmağıyla bir şeyler çizer gibi yaptı, sonra arkasını dönmeden konuştu:


“Bu akşam telefon yine çalarsa… umarım gerçekten biri konuşur bu sefer.”


---


Yağmur iyice bastırmıştı. Çocukluğu içinde kaybolmayan başka biri daha vardı. Yılbaşı planını yapıyordu. Aslında zaten planlamıştı ama çok daha iyisini yapabilir miydi diye düşünüyordu. Sekiz gün vardı. Aylarca düşündüğü planı bozmamaya karar verdi. Daha mükemmeli yapmaya çalışmak muhtemelen büyüyü bozacaktı. Olduğu gibi kalsın o zaman dedi. Telefonunu açtı. Boş gözlerle baktı. Hiçbir arayanı yoktu. Tüm parasını kaybettikten sonra telefonları tamamen sustu. Önce arkadaşlar azaldı. Ardından akrabalar. Hatta ailesi bile sırtını çevirdi. En son da kendine bile uğramaz oldu. Çıktığı dükkana tekrar baktı. Eskiden vitrininde renk renk halılar sergilenirdi. Şimdi camları tozla kaplı, içeri sızan ışık bile solgundu. Ama Erdem’in zihninde, o küçük dükkan hala ilk günkü gibi duruyordu. Çırak olarak girdiği, halıları silip çay taşıdığı, zamanla desenlerden anlam öğrenmeye başladığı o yıllar… Orası sadece bir dükkan değildi onun için. Sığınaktı. Kurtarılmış bir alandı. Dışarıda kimsenin beklemediği bir çocuktan, içeride bir şeylere “yarayan” birine dönüşüyordu.


Sevim teyze onu hep adıyla çağırırdı, ama sesi bazen bir öğretmen, bazen bir anne, bazen de bir sırdaş gibiydi. Sessizce ağladığı günlerde yanına gelir Erdem'in en sevdiği kurabiyeden ikram ederdi. Sonra sarılırdı ve her şeyin geçeceğini söylerdi.


Kurabiyeler o zaman gerçekten işe yarardı, sevinir, hayata dönerdi. Ama her şey geçmedi. Babasının nasıl annesini dövdüğünü unutmadı. Annesininse babası evde yokken ona saldırdığındaki acıyı hep farklı şekillerde tekrar tekrar yaşadı. Büyük bir iş adamı olduktan sonra ailesini hapishaneden çıkarttı ve tedavi olmalarını sağladı. Ama hiçbir şey gerçekten iyileşmedi. Tedavi görmek, dışarı çıkmak, affedilmek... bunların hiçbiri çocukluğunun o soğuk gecelerinde aldığı yaraları silmeye yetmedi. Yine de elinden geleni yapmıştı. Yine de, yetişkin Erdem olarak üzerine düşeni tamamlamıştı. Ama çocuk Erdem hala o halıların arasındaki saklanma köşesindeydi. Sessiz, ürkmüş ve kendine bir yer ararken Sevim teyzenin sesine tutunan haliyle duruyordu orada.


Telefona baktı. Aramaya cesaret edemiyordu çünkü halıcıdaki işini bıraktıktan sonra hiç onları arayıp sormamıştı. Gerçi on altı yaşında işi bıraktığında, ailesinin siluetleri iyice karabasana döndüğünde kaçıp, halıcıdan biriktirdiği paralarla beraber evden de büyük bir miktar para çalarak madde bağımlısına döndükten sonra ne diye arayacaktı. İki sene kaybolmuş bir hayata döndü. Şu an bile o günleri hatırlayamıyordu. Kimseye zarar vermemişti ama o iki sene kocaman bir karanlıktı onun için.

Telefona baktı. Bu sefer konuşacaktı. Yağmur iyice hızlanmıştı. Satmak üzere olduğu arabasına binip Sevim teyzeyi aradı.


DEVAMI GELECEK.

2 Yorum

  1. Tüm bölümlerin tek bir yerde olduğu sayfa çok hoş olmuş. Böylece unuttuğumuz detayları kolaylıkla bulabiliriz. Emeğine sağlık. Bu bölümde taşlar birazcık daha birbirine yaklaştı gibi (oturmasa da :). Bakalım sonraki bölümlerde ve en önemlisi yeni yılda neler olacak. :)

    YanıtlaSil
  2. bu bölüm duygulu ve nostaljikti. ilk kısımda melikenin duyguları, ikinci kısımda da adamın hüznü :) hımm bir buluşma karşılaşma olcak gibi :)

    YanıtlaSil