25 Aralık 2023 Pazartesi

 Merhabalar... Çiçeklerin Şarkısı hikayemin devamı... Önceki gönderimde de bir çok okuyucum paylaştığım şarkı eşliğinde hikayemi okuduklarında atmosferin çok değiştiğini söylediler. Ben de buna katılıyorum çünkü genelde bir şarkı koymuşsam yazdıklarımın, hislerimin bütünlüğü içerisinde o şarkı da vardır. Yani yine resmin altında paylaştığım şarkı ile okumanızı öneririm. :)


Çocuk hikayesi yazıyorum, umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı eksik etmeyin! (İlk bölümünü okumak için: Çiçeklerin Şarkısı)





Çiçeklerin Şarkısı

↝ Rüzgarlı Macera ↜


Suyu içtikten sonra başı ağrımış ve gözleri kararmıştı Eda'nın. Kendine gelmeye başladığında kardeşinin sesini işitiyor ama ne dediğini tam kestiremiyordu. Nereden geldiği de belli değildi sesin. Bulanık bir şekilde görmeye başladığında etrafı suyun arkasında bisikleti ve tekerine sıkışmış kağıdı gördü. Tam o sırada kardeşi karşısında:


"Annem haklı. Bir gün öleceksin açlıktan. Al şu simidi, biraz ye de kendine gel." diyerek kalan son parçayı kardeşine verdi Sevgi. Zorla bir parça ısırdıktan sonra halsiz hissetse de en azından bilinci yerine gelmiş, her şeyi ayırt edebilir hale gelmişti. Önce kardeşine, sonra etrafına tuhaf tuhaf bakındı. Bisikleti hatırladı, gördüğü yerde yoktu. Demek ki bir sanrıydı gördüğü. Kendine gelmek için yüzünü yıkamaya karar verdi. Sevgi onu kolundan tutarak ona destek oldu. Eda yüzünü yıkamak için suya baktığında bisikletin yansımasını gördü. 


"Sevgi, suya bak." dedi Eda. Sevgi suya baktığında bisikleti fark etti. Yansıma olduğunu düşünerek bisikleti aradı ama ortalıkta yoktu. İyice suya eğildi. Elini içine soktu. Suyun oldukça derin olduğunu fark etti ama buradaki suyun derin olmasının imkanı yoktu. Yani, fizik kurallarına aykırıydı. 


"Kötü şeyler seziyorum, buradan ayrılalım." dedi Sevgi ve rüzgarı kontrol ettiler. Mağaranın dışını kontrol ettiklerinde çok kuvvetli bir rüzgar onları iteledi. Anlam veremediler. Sırtlarını mağaranın duvarına yaslayarak oturdular. 


"Ee şimdi ne yapacağız?" diye sordu Eda kendinden hiç emin olmayan bir sesle. Tam o sırada İrfan amca mağaranın girişinde belirdi. Gelmeleri için işaret verdi. İkizler İrfan amcanın yanına gittiklerinde etrafının çocuklarla dolu olduğunu gördü. Hepsi birbirine sıkıca sarılmış rüzgara karşı duvar gibi olmuşlardı. Bu komik ama çok güçlü bir görüntüydü. Hemen ikizler de aralarına daldı. 


Bir süre sonra hepsi sağ salim evindeydiler. Anneleri oldukça endişelenmiş, onlar gelir gelmez göz yaşları içinde ikisine de sarılmıştı. Şimdi İrfan amcanın da eşliğinde güzel bir akşam yemeği yiyorlardı. Dışarıda rüzgar kesildi kesilecekti. Eda'nın yine az yediğini gören Sevgi:



"Eda düzgünce yemek ye, sonra düşüp bayılacaksın yine." diye azarladı kardeşini. Bunu duyan annesi merakla ne olduğunu sordu ve ikizler heyecanla başından geçen her şeyi anlattı. Kırmızı bisikleti duyunca annesinin yüzü tekrar endişeli bir hale büründü. Fakat ikizler bunu fark etmedi ve heyecanla İrfan amcaya dönüp:


"Ne oldu o mağarada? Sen gelene kadar rüzgar bizim çıkmamızı engelliyordu. Hem bizi nasıl buldun İrfan amca?" diye soru yağmuruna tuttular İrfan'ı.


"Bu dünya, gördüğümüz gibi basit bir yer değil çocuklar," dedi sakin bir sesle. "Bazen doğanın bize gösterdiği işaretleri, fizik kurallarının ötesinde bir şeylerin varlığını bize hatırlatır. Mağaradaki olay, bu dünyanın sınırlarının ötesine geçtiğimizin bir göstergesiydi." diyerek ikizlerin merakını iyice arttırdı. 


Devam etmekte tereddüt ederek annelerine baktı. Annesi oldukça endişeli ama onay verircesine kafasını salladı ve İrfan amca sözlerine devam etti:


"Rüzgarı kontrol etme yeteneği aslında içimizde var olan bir gücü temsil eder. Bazı özel durumlarda, doğayla olağanüstü bir bağlantı kurabiliriz. Ancak bu yetenek, dengeli bir şekilde kullanılmalı ve doğayla uyum içinde olmalıdır."


"Yani o rüzgarı aslında biz mi kontrol ettik?" diye sordu Eda, yaşadıkları onca şeyden sonra bu sözlerin büyüsüne uğrayarak.


"Belki de siz farkında olmadan, orada bulunduğunuz durum ve duygularınız o gücü ortaya çıkardı. Bu durumlar nadir olabilir ama asıl önemli olan, bu tür anlarda ne yapmanız gerektiğini bilmektir." dedi ve anneleri bu konuya son noktayı koydu:


"Evet çocuklar, şimdi İrfan amcayı rahatsız etmeyi bırakın ve hepiniz yemeklerinizi bitirin." dedi ve ikizleri daha da merak içinde bıraktı. Fakat yorgunluklarına da yenik düşen ikizler bu durumu kabullendiler - en azından şimdilik çünkü daha sonra kesinlikle İrfan amcayı daha fazla sıkıştıracaklardı - akşamın geri kalanını sohbet ederek, gülerek geçirdiler. Gece uyumadan önce Eda ve Sevgi, İrfan amcanın anlattıklarını düşündüler. Onlar da bu olayı daha derinlemesine anlamak ve kendilerini daha iyi tanımak için çabalayacaklardı. Artık doğanın gizemlerine olan merakları daha da büyümüştü.


İkisinin de günlüğünde aynı şeyler yazılıydı şimdi. Yaşadıkları olayları ve İrfan amcanın söylediklerini not aldılar. Artık onları nelerin beklediğini ve içlerindeki gücü keşfetmenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi kavramışlardı. Gelecek günlerde, doğayla olan bu bağlarını daha da derinleştireceklerdi.


Devamı gelecek...


***

Instagram: @kayipfisilti

Tüm edebi denemelerimi görün

Edebiyata dair tüm yazılarımı okuyun


23 Aralık 2023 Cumartesi

Yeni kategori: Gözden Kaçırmadıklarım! Her ay bir kez bu kategoride yapacağım paylaşımlar o ay en çok ilgimi çeken şeyler üzerine olacak. Bu bilimle, herhangi bir yerle, müzikle ya da herhangi bir şeyle ilgili olabilir. Yakutistan ile başlıyorum. Hiç duymuş muydunuz Yakutistan'ı? Ben duymamıştım! Bilirsiniz artık beni, karlı kışlı yerlerde yaşamak istediğimi. Bu yüzden bir arkadaşım Youtube'da beğenerek izlediği bir kanalı önerdi bana. Yakutistan ile ilgili bilgiler içeren bir kanal. Gelin önce Yakutistan'dan sonra da kanaldan bahsedeyim. 



Yakutistan


Yakutistan, Rusya'nın en büyük federal bölgesi olmasının yanı sıra dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip olan özerk ülkedir. Yaklaşık 3.1 milyon kilometrekarelik bir alanı kaplar. -50°C gibi düşük sıcaklıklara kışın ve 30°C üzerine çıkan sıcaklıklara yazın sahip olan aşırı iklimiyle tanınır. Aynı zamanda, Yakutya dünyanın en uzun nehirlerinden biri olan Lena Nehri'ne ev sahipliği yapmaktadır.


Muazzam büyüklüğüne rağmen, Yakutya, arazi alanına göre görece küçük bir nüfusa sahiptir. Yakutlar, bölgedeki en büyük yerli grup olup kendi dilleri, gelenekleri ve folklorlarıyla zengin bir kültürel mirasa sahiptirler ayrıca Türk etnik grubudurlar. Yakut kültürü genellikle ata binicilik, folklor ve şamanizmden oluşur.



Dilleri, Yakutça veya Sakha olarak bilinen bir Türk dili olsa da, Yakutlar diğer Türk gruplarından ayıran kendi benzersiz tarihleri, gelenekleri ve kültürleri vardır. Zamanla çevreleri, diğer yerli gruplarla etkileşimleri ve bölgedeki tarihi olaylar sonucunda özgün bir kimlik geliştirmişlerdir.


Yakutya, önemli bir elmas kaynağıdır. Dünyanın en derin elmas madenlerinden biri olan Mir Madeni, Yakutya'da bulunmaktadır. Bu, etkileyici bir mühendislik başarısı olup Rusya'nın elmas endüstrisinin önemli bir parçasıdır.


Yakutya'nın genel özellikleri bunlar. Daha fazlasını bununla ilgili birçok paylaşım yapan Kiun B'den öğrenebilirsiniz! Kanalına gitmek için: @KiunB. Kiun -71 dereceye kadar düşen bu yerde nasıl hayatlarını sürdürdüklerinden bahsediyor. İngilizce olan bu kanalda otomatik olarak Türkçeye çevirebilirsiniz, ne kadar doğru çeviriyor emin değilim ama... 




Umarım siz de benim kadar zevk alırsınız bu videolardan! Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bu şekilde bir hayat ister miydiniz? Çoğunuzun sıcağı sevdiğini biliyorum aslında ama düşüncelerinizi mutlaka yazın!


***


Instagram: @kayipfisilti


***

Kaynaklar: 1. Resim: Wallpaper Flare | 2. Resim Kiun B Youtube kanalından alınmıştır [Youtube Link]

15 Aralık 2023 Cuma

Birkaç sene önce (sanırım 3-4 sene önce) annemler film kanallarından birinde bu serinin üçüncüsünü izliyorlardı. Nadiren odasından çıkan ben, bir ziyaret edeyim annemleri diyerek salona geçmiştim o sırada. Televizyona baktığımda acayip güzel manzaraya ve atmosfere ait olan bu filmi görünce film bitene kadar yerimden kalkamamıştım. Geçenlerde Instagram arşivimde denk gelince, eh dedim bari tüm seriyi izleyeyim.




Üçlü seri halinde olan ve aynı ada sahip bir kitaptan (kitap Cecile Aubry tarafından yazılmıştır) uyarlama olan bu Fransız film serisinin genel konusu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransız Alpleri'nde dedesi ve teyzesiyle yaşayan yetim Sebastian'ın kendisi kadar sevimli olan pirene türündeki bir köpekle karşılaştıktan sonra aralarında güçlü bir bağ oluşarak beraber birçok macera yaşamalarıdır.


Nicolas Vanier tarafından yönetilen bu seri, çocuk filmleri olarak görülse de kesinlikle yediden yetmişe herkesin izleyebileceği, hatta böyle en çok ailecek izlenebilecek, sıcacık hissettiren sürükleyici bir seri. Bir kere - kişisel olarak- kar ambiyansının olduğu herhangi bir şey her zaman beni kendine daha fazla çekiyor, yani 1-0 önde başlıyor gibi, bir de sevimli hayvanlar eklendiğinde buna +1 puanı daha alır. Oyunculuklar, olay örgüsü, mekan, kostüm, her şey fazlaca iyi. Benim seriye genel puanım 9/10.



1. Film (2013) Belle ve Sebastian’ın ilk film uyarlaması, genç bir çocuk olan Sebastian ile sadık köpeği Belle arasındaki bağa odaklanan içini ısıtan bir hikayedir. Film, II. Dünya Savaşı sırasında Fransız Alpleri’nin soluksuz manzaralarında geçer. Zorlu koşulların içinde dostluk, cesaret ve kararlılık özünü harika bir şekilde yansıtıyor.


Canlı ve oldukça maceracı bir ruha sahip olan Sebastian, yaşadığı yerin yerlileri tarafından haksız yere 'canavar' olarak adlandırılan Büyük Pireneler cinsi köpek Belle ile güçlü bir bağ kurar. Mültecilere yardım etmek ve savaş zamanında Alman işgaline karşı koymak da dahil olmak üzere maceralarla dolu bir yolculuğa çıktıkça bağları daha da güçlenir.


İkinci Film: Sevgili Dostum (2015) Bu bölümde, Sebastian ve Belle'ın bağı yeni zorluklarla yüzleşirken ve birlikte başka büyüleyici bir yolculuğa çıkarken daha da derinlemesine görülüyor. Konusu Sebastian'ın teyzesinin bir uçak kazası geçirmesi ve yeterli araştırmaların yapılmaması sonucu Belle ve kendisini teyzesini bulmaya adaması.



Üçüncü Film: Cesur Dostum (2018)



Serinin son filminde aynı kendisi gibi üç bebeğe sahip olan Bella'nın başı belaya giriyor ve yavruları da bu tehlikeye sürükleniyor.  Sebastian ile aralarındaki bağ hiçbir zaman bozulmadığı için Sebastian köpeğini yalnız bırakmıyor ve onun için elinden geleni yapıyor.


Karakterler & Oyuncular
Felix Bossuet (Sebastian olarak)



Ana karakterimiz olan Sebastian, oldukça cesur, güler yüzlü ve merhametli bir kişiliğe sahiptir. Ayrıca oldukça kararlı bir özelliğe sahip olan bu çocuk, hayvanlara ve ihtiyacı olan insanlara karşı güçlü bir empati duygusuyla doludur. 

Sebastian'ın sadık köpeği Belle ile olan bağı, hikayenin ana merkezinde yer alır. Yanlış anlaşılmalara rağmen onun yanında durur; çünkü insanlar köpeği bir canavarmış gibi görür. Sebastian'ın sarsılmaz sadakati ve Belle'ye derin bağlılığı, dostluk ve doğrunun yanında durmanın önemini gösterir.


Margaux Chatelier (Angelina olarak)


Kasabanın ekmekçisi olan Angelina, Sebastian'ın teyzesidir. Onun için bir bir anne rolünde olmasının yanı sıra arkadaşlıkta yapmaktadır.. Onun için elinden geleni yapar. Kendisi çok yardımsever, güzel, becerikli bir kızdır. Biraz şıp sevdi olduğunu da düşünüyorum. Serinin ilk filminde ve sonraki filmlerde hemen aşık oluveriyor gibi. İzlerseniz anlarsınız zaten.


Çeki Karyo (Cesar) olarak)



Sebastian'ın dedesidir. Karakter olarak biraz karışık. Çünkü serinin başlarında Belle'ye karşı düşman olarak görülüyor. Fakat kendisini kötü biri olarak tanımlayamam. Dış baskılardan dolayı o şekilde davrandığını düşünüyorum başta. Daha sonrasında karakter değişiyor. Daha vicdanlı ve komik bir hal alıyor. Çok aklı başında görmesem de karakteri, gözü hep Sebastian'ın üzerinde ve onun iyiliğini istiyor.


Yer, Müzik ve Kostüm




Filmi ilgiyle izlemeye başlamamın nedeni önceden bahsetmiş olduğum gibi büyüleyici coğrafyasından dolayıydı. Filmdeki mekanlar, izleyiciyi dağların büyüleyici manzaralarıyla, sakin köy yaşamının huzur verici atmosferiyle ve doğanın görkemiyle karşı karşıya getiriyor. Ana karakterlerin maceralarının çoğu, Alpler'in eteklerindeki küçük bir köy olan Saint Martin'de gerçekleşir


Belle ve Sebastian serisi, sadece hikayesiyle değil, aynı zamanda müzikal seçimleriyle de izleyicileri etkilemeyi başarıyor. Filmlerde kullanılan müzikler, duygusal anları vurgulamanın yanı sıra maceranın ritmini de belirliyor. Filmdeki müzikler, seyirciyi o anın duygusal derinliklerine çeken ve hikayeyi daha da dokunaklı hale getiren unsurlardan biri.




Karakterlerin kostümleri, Belle ve Sebastian serisindeki zamanın ve karakterlerin ruhunu yansıtıyor. Özellikle Sebastian'ın karakterinin giyimi, onun masumiyetini ve cesaretini vurgulamak için dikkatlice seçilmiş gibi görünüyor. Aynı şekilde, diğer karakterlerin kostümleri de onların kişiliklerini ve hikayeye olan bağlarını yansıtıyor.


Alıntılar

Filmde hoşuma giden bazı alıntılar...


Yalnız kalmak, aslında yalnız olmamak demektir. Çünkü sevdiğin biri varsa, o her zaman seninle olur.


Hayat, önüne ne çıkarsa çıksın, cesaretinle nasıl başa çıktığınla ilgilidir.


Bazen en güçlü dostluklar, en uzak mesafeleri aşabilir.


Her köpek bir sürü insanı tanır, ama her insan her köpeği tanımaz.


Bazen içinde bulunduğumuz anın değerini ancak onu kaybettikten sonra anlayabiliriz.


***

Instagram: @kayipfisilti

Tüm film önerilerimi ve incelemelerimi görün

Tüm dizi&film hakkındaki yazılarımı görün. 

7 Aralık 2023 Perşembe

Herkese merhabaaa! Uzun bir süredir Türkçe blogumda sizlerle edebiyat ve gezi gibi konularda keyifli yazılar paylaşıyorum. Sizlerin ilgisi ve desteğiyle bu yolculuk çok değerli bir deneyim haline geldi. rtık bu yolculuğu, farklı bir dilde ve geniş bir kitleyle paylaşmak adına bir adım daha attım. Belki hatırlarsınız, çok uzun zaman önce bloğumun çevirilerini paylaştığım İngilizce site açmıştım "Lost Whisper" adı altında ve sonra çok fazla güncel kalmadan silmiştim. Yine buna benzer fakat daha farklı bir şekilde tekrar İngilizce bloğum yayında!



Bu sefer bloğumun çevirisi yerine farklı yazılar paylaşacağım. Yani burada farklı orada farklı olacak içerikler. Konular aynı olacak sadece. Mesela okuduğum Türkçe bir şiiri burada, İngilizce bir şiiri orada analiz edeceğim. Ya da orada daha genel gezi yazıları yazacağım, Türkiye'de gezilecek yerler gibi. 


Yeni blogumun linkini paylaşmak isterim ki, belki aramızda İngilizce okuyanlar vardır ve onlar da bu yeni serüvene katılmak isteyebilirler. Yeni blogumu ziyaret etmek ve destek olmak için https://www.adventurewithbooks.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz.


Sizlerin destekleri ve ilgisi, her zaman için en büyük motivasyon kaynağım oldu. Yeni blog serüvenimde de yanımda olduğunuzu hissetmek benim için çok önemli. Birlikte bu yeni adımda da aynı heyecanı ve sevgiyi paylaşacağımıza inanıyorum. Her zaman olduğu gibi Türkçe blogumda da sık sık buluşmaya devam edeceğiz. Yeni serüvenimize hepinizi davet etmekten mutluluk duyuyorum.

10 Kasım 2023 Cuma

Stefan Zweig, her kitabı bir şekilde içine alıyor beni. Önceden paylaştığım kitaplarında hep övgüyle bahsettim zaten ve yine övgüyle bahsedeceğim. İnsan ruhunu sayfalarca yazıp hiç bıktırmamayı başaran bir yazar. Bu kitabını bir günde bitiriverdim ama diğer kitapları kadar iyi mi?




Incipit vita nuova.
"Yeni bir yaşam başladı"...

Üniversiteye gittiğiniz ilk günü, sonrasındaki haftayı ve ondan sonraki ayı hatırlıyor musunuz? Babamı, amcamın yani erkek kardeşinin vefatından sonra ilk defa ağlarken görmüştüm beni yerleştirip ayrılırken. O an ve babamın o anki yüzü asla unutamayacağım bir şekilde zihnimde yer edindi. Ben o kadar heyecanlıydım ki çok ne hissedeceğimi bilememiştim. Ama ailem evlerine döndüğünde annem beni arayıp bana baban eve gelesiye kadar ağladı dediğinde ve bomboş odada tek başıma kaldığımda işte o zaman yalnızlığın senfonisi kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı ve sonra gözlerimi de ele geçirip saatlerce ağlatmıştı. Sonraki hafta alışıvermiştim. Ben yalnızlığı severim çünkü. Yedi senedir tek başıma yaşıyorum. Gelenim gidenim çok olur gerçi. Ailemle de çokça görüşürüm. Neyse, gelelim kitabımıza... Önce arka kapağını paylaşayım sizinle:



Kitap, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlanmış olup 67 sayfadan oluşuyor. Stefan Zweig'in 1908 yılında yayınladığı bu kitabın konusu genç bir tıp öğrencisi olan Bertold  Berger'in Viyana'ya okumak için gelmesiyle başlar. Büyük şehirdeki yaşama uyum sağlamakta büyük zorluklar yaşar. Sadece hala gelişim aşamasında, olgunlaşmamış ve utangaç olması değil, aynı zamanda yaşadığı apartmanda komşusu olan dışa dönük ve oldukça baskın yaşça büyük öğrencinin gücü tarafından da ezilir. Bu durumun yanı sıra, bir de bu öğrencinin açık sözlü ve biraz saldırgan kız arkadaşının etkisi altında kalır. Bu durumlarla oldukça mücadele eden genç okul hayatını da bir yandan unutur. Kitap ilerledikçe durumlar oldukça değişir. Ve sonu tahminlerimden çok farklı biter. 


Açıkçası Stefan Zweig'i çok sevsem de ve kitabın yarısına kadarını ilgiyle okusam da beni çok rahatsız eden bir durum oldu. Olaylar aniden değişiyor ve pedofili bir olay araya giriyor. Ve burada şahsen kitaptan soğudum. Arada çok mantık göremedim, çünkü hayatını değiştiren küçük bir kız çocuğu var ve önce kız kardeşiyle karşılaştırırken daha sonra ilgi duyması garip geldi bana ve biraz tiksindirdi. Bu içerik nedeniyle kesinlikle çocukların okumaması gereken bir kitap. Yine de belki de yazarın okuyucu da uyandırmak istediği his zaten buydu? Bilemeyiz...


Akıcı bir dille yazılmış, Tanrısal bakış açısıyla yazılıyor ve tek bir karakterin hislerini okuyoruz. Çoğu zaman gayet başarılı olsa da bir önceki paragrafta bahsetmiş olduğum gibi mantıksız gelen kısım oldu ve kitabın bendeki etkisi çoğunlukla kayboldu . Daha kaliteli, ilgi çekici bitebilirdi bence. 


Büyüklerin okuması gereken bir kitap. Stefan Zweig okumadıysanız önceden bu kitabı başta önermem. Daha iyi kitapları var. Satranç, Karışık Duygular gibi. Kitaba puanım 7/10.


Alıntılar

Sigara kullanmayanların nesli tükenmek üzere.

Syf: 8

Hüzünle sevinç, umutla düş kırıklığı sürekli iç içeydi; belirsiz bir duygu ama daima yabancı olmak ve alışamamak...

Syf: 11 

Yaşamın elverişsiz ve zayıf olan her şeyi yok ettiğini öğrenmemiş miydi? Yaşam ona da eşit davranır ve onu sakınmazdı.

Syf: 47 

 

***

Instagram: @kayipfisilti

Tüm kitap incelemeleri ve önerilerimi görün

Stefan Zweig'le ilgili paylaştığım tüm gönderileri görün

Edebiyata dair tüm gönderilerimi görün

6 Kasım 2023 Pazartesi

Ruhsal sağlıkla ilgili yazdığım gönderiyi bu sabah tüm mutluluğum ve enerjimle sildim. Düşündüm de, her şey ben de bitiyor ve olabildiğince pozitif olmaya devam. Okuyanlar varsa bilir, son zamanlarda çok ciddi bir bunalımdaydım ve öfke krizleri geçiriyordum. Erkek arkadaşım bana bu süreçte en çok önerdiği şey spor salonuna gitmem gerektiği oldu. Ve bu da bu yazıyı yazma fikrini aklıma soktu. Lütfen siz de yorumlarda çoğu insanın sevip sizin sevmediğiz şeylerden bahsedin!



1. Spor

Evet, sporu sevmiyorum. Hiçbirini. Futbolunu, tenisini. Toptan da nefret ederim. Hatırlarım da beden derslerinde zorla öğretmenimiz beni bir oyuna kattığında toptan kaçardım genelde. Bununla ilgili tek ilgim ülkemizin katıldığı önemli etkinlikler olur. Olimpiyatlar, Dünya Kupaları gibi. Ama onlarda da başına geçip çoğumuzun yaptığı gibi "yürüüüü beee, oleeey, birkaç argo kelime..."heyecan duymamamın yanı sıra başından sonuna kadar da izleyemem. İlgimi çekmiyor. 


Ayrıca sevgili erkek arkadaşım spor salonuna gitmekten oldukça haz aldığı için benim de  tüm yaşadığım, yaşıyor olduğum, yaşayacak olduğum stresleri ya da psikolojik sorunları oraya giderek halledebilirim sanıyor ama zerre kadar ilgi duymuyorum. Eğer gidersem sadece sağlık açısından önemini bildiğim için gideceğim ve evet, önceden bir süre gittim ve en azından psikolojik olarak çok desteğini göremedim.



2. Yaz

Etrafımda yazı sevmeyen bir insanoğlu bulunmuyor. Aslında beni bayadır takip ettiyseniz yazı hiç mi hiç sevmediğimi bilirsiniz. Sadece denize girmek için seviyorum derdim ama artık hafif soğudu mu sonbaharın başlarında girmek bile daha mantıklı geliyor. Sıcakları, güneşin altında durmayı, klimasız evde durmak falan hepsi öyle bunaltıyor ki bazen depresyona bile sokuyor. Benim mevsimim kış. Kar, soğuklar, kasvetli hava, bol yağmur ruhumu dinlendiriyor, yaşadığımı hissettiriyor resmen.


3. Televizyon

Televizyonu kitaplığından büyük olan birine asla güvenmeyin.

Bu sözü sanırım Emma Watson'dan duymuştum ve duyduğum en mantıklı sözlerden biriydi. Şimdi televizyon değil aslında tabii ki sevmediğim. İçindekiler. Sevdiğim Türk dizisi pek olmuyor, çoğu kaliteli gelmiyor, sabah programları ilgimi çekmiyor. Haberleri internetten takip ediyorum. Kaliteli dizi bulursam bilgisayar üzerinden izliyorum. 



4. Havuz

Eskiden olsa bunun nedenine özellikle sağlık derdim ama şimdi gelişmiş sistemler sayesinde havuzlar temiz kalabiliyor ve kontrol edebiliyorsunuz. Fakat ben kısıtlı büyüklükte ve birçok insanın çok yakın olduğu yerlerde pek giremem. Sadece çok çok az insan varsa girebilirim. Yine de denizden aldığım hazzı alamıyorum. Denizde genelde ben çok uzaklara açılırım. Hatta keşfe bile çıkabilirim. Denizin üzerinde sırt üstü uzanmamla havuzda uzanmam aynı hissettirmiyor. Denizin yumuşaklığı havuzda yok. Bir de gözlüğümle denizin içinde balıklara bakmak isterim, havuzda bir anlamı yok tabii içine bakmanın. 👀



Benim aklıma gelenler ve en farklı diyebileceğim şeyler bunlar. Siz ne düşünüyorsunuz? Katıldıklarınız var mı aralarından? Ya da sizin çoğu insandan farklı beğeniniz neler?

25 Ekim 2023 Çarşamba

Atina ve Girit efsanelerine devam ediyoruz. İlk kısmı okumanız gerekmektedir: Girit ve Atina Efsanaleri I: Minos, Theseus ve Minotor. Tüm mitolojik yazılarıma şuradan ulaşabilirsiniz: Mitoloji




Minos, Atina ve Megara'ya saldırır ve Atinalıların gençlerini Minotor'a yem eder...


Minotor, düzenli aralıklarla Atina'dan gelen gençler ve kadınlarla besleniyordu. Atinalılar, Minos tarafından cezalandırılıyorlardı çünkü Minos'un oğlu Androgeus'un ölümünden sorumluydular. Çağının en iyi sporcularından olan Androgeous, Panathenaic Oyunları'nda yarışmak için Atina'ya seyehat etmiş ve ardından tartışmalı koşullarda ölmüştür. Genellikle her etkinlikte kazanan olduğu için kıskançlık uyandırmıştır. Bu yüzden kıskanç rakipleri, Androgeos Laious'un cenaze oyunlarına katılmak üzere Thebai'ye giderken onu pusuya düşürüp öldürdüler. Bir başka anlatıya göre ise Atina kralı Aigeus, devlet nedenleri ile onu korkusundan Marathon'un vahşi boğasıyla yüzleşmeye gönderdiğidir. Çünkü bu genç Giritli'nin, Aigeus'un düşmanlarından olan Pallas'ın oğullarıyla bir komplo  içinde olduğundan endişeliydi. Oğlunun kaderini öğrenen Minos hemen Atinalılara savaş açar.


Atina'ya saldırıyı başlatmadan önce, Minos komşu Megara'ya kuşatma düzenledi. Şehir o zamanlar Atina ile yakın bağlantılara sahipti çünkü o dönemde Atina kralının kardeşi olan Pandion'un oğlu Nisos'un yönetimi altındaydı; ve bazı kaynaklara göre Megara sporcularının, Atinalılarla birleşerek Minos'un oğlunu öldürmek için özel bir nedeni olduğunu yazmaktadır.Nisos oldukça tehlikeli bir rakipti çünkü saçında mor büyülü bir saç teli bulunuyordu ve bu tel onu yenilmez kılıyor, şehrini güvende kılıyordu. Fakat bu sorun Nisos'un kızı Skylla'nın Minos'a aşık olması sonucunda babası uyurken o saçını koparmasıyla çözülmüştü. Skylla, Minos'a şehri ele geçirmesinde yardım ederek onun aşkını kazanacağını düşünse de ters tepmişti. Çünkü Minos onun ihanetini o kadar itibarsız buldu ki onu gemisinin arkasına bağlayıp, boğulana kadar denizde sürükledi.



Not: Skylla efsanesi Helenistik ve Roma dönemlerinde çok popülerdi ve ölüm hikayesiyle ilgili birçok farklı anlatım bulunuyor. En çok bilineni ve kabul edileni onun mitolojik bir kuşa dönüştüğüdür.


Atina'yla savaş oldukça uzun sürmüştü, Minos'un sabrının taşıp babası Zeus'a yardım için dua edene kadar. Zeus ise bu duaya karşılık vererek Atinalıları kıtlık ve veba ile cezalandırdı. Sonrasında Atinalılar bu sorunlardan kurtulmak için Delfi kainine* danıştılar. Delfi kahini ise onlara Minos'u bir anlaşmayla tatmin etmeleri gerektiğini tavsiye etti. Ve sonunda Minos ile yapılan anlaşmaya göre her yıl Minator'un açlığını doyurması için yedi genç erkek ve yedi genç kız göndermeleri gerekiyordu. Minator yaşadığı sürece...


***


*Delfi Kahini (Vikipedi tanımı):  Pythia, Delphi'deki Apollon Tapınağı'nın baş rahibesinin adıydı. Özellikle onun kahini olarak hizmet etti ve Delphi'nin Kahini olarak biliniyordu. Onun unvanı aynı zamanda tarihsel olarak İngilizcede Pythoness olarak da anılmıştır. Pythia adı, efsanelerde Delphi'nin orijinal adı olan Pytho'dan türetilmiştir.


IG: @kayipfisilti

Yunan mitolojisi ve mitolojiye dair tüm yazılarımı görün

Edebiyata dair tüm yazılarımı görün


Kaynaklar: İkinci resim: MeisterDrucke

22 Ekim 2023 Pazar

Dikkat, bu gönderi spoiler (dizi hakkında detaylı bilgi) içerir.


Supernatural dizisinin yıllar önce 5. sezonunu bitirip bırakmıştım. Birkaç ay önce, uzunca bir zaman sonra ilk defa karşıma Instagram üzerinden bir videosuna denk geldim ve ne kadar özlemiş olduğumu fark ettim. Dedim, şöyle çerezlik niyetine kaldığım yerden birkaç bölüm izleyeyim bari. 6. sezondan başladım, şimdi 8. sezondayım. Sanırım bu diziyi de bitireceğim. Bitirdikten sonra daha detaylı bir inceleme yaparım zaten. Bugünkü konumuz ise daha çok mitoloji üzerine...




Dizinin ilk sezonlarını hatırlıyorum. Oyunculuklar şahane, hikayeler ilgi çekiciydi. Fakat 6. sezondan itibaren ciddi şekilde eleştirdiğim şeyler oldu. Özellikle 8. sezonun 16. bölümünde bunu fark ettim. Supernatural dizisinde tüm yaratıklar insan şeklinde. Şeytanlar, melekler, Lucifer, Leviathanlar... Hepsi, hepsi insan formundalar. Hadi bu da tamam. Ama en son mitolojik üzerine yazılan bir senaryoda, Prometheus'u dilenci, Zeus'u takım elbise ve Artemis'i deri ceket içinde görmek beni çıldırtmadı değil.


Gündelik kıyafetler içinde ARTEMİS...

Önce hikayeden bahsedeyim. Bu sezonlarda ana hikayeden daha çok yan hikayeler daha çok ilgimi çekti açıkçası. Bu bölümün hikayesi de güzel. Sürekli ölüp canlanan bir insanı yakalayan Winchester kardeşler onun Prometheus olduğunu ve dağından kaçmış olduğunu ortaya çıkartıyorlar. Dizi de bu mitolojik hikayeye değiniyor. Ben de önceden paylaşmıştım bu hikayeyi detaylı bir şekilde, öğrenmek isterseniz: Prometheus ve Dünyanın İlk Canlıları


Daha sonra Prometheus'un karısı ve oğlu olduğu öğreniliyor ve asıl sorun şu ki Zeus'un Prometheus'a  uyguladığı lanetin aynısı oğlunda da vardır. Küçük çocuğu kurtarmak isteyen Winchesterlar Zeus'u kapana kıstırıp öldürmek isterler. 



Gelelim benim eleştirime... Dizide yapılan açıklamaya göre - Castiel bunu önceki bölümlerde vurguluyor - insanlar doğaüstü yaratıkların gerçek formunu göremez. Meleğin kanatlarını mesela. Gerçekteyse bu tarz efektler uygulamak pahalı ve bu karşılanamıyor. Bu anlaşılabilir. Fakat bence, makyajla, saç şekilleriyle ve kıyafetlerle bu daha çok hissettirilebilirdi. Mesela Artemis'in ilk sahneye girişinde bir Yunan tanrıçası değil, modern kurgu filmden çıkmış seksi bir suikastçı olduğu izlemine kapıldım. Artemis'i daha çok aşağıdaki gibi görebilirdik bence:



Ayrıca neredeyse tüm canavarları takım elbise içinde ve cool bir şekilde görüyoruz. Hepsi hazır-cevap, aşağıdan vuran iğnemelerle dolu. Hatta bu konuya değinmişken Jansen Ackles'in rolüne de değinmek istiyorum. Artık havalı görünmesini sağlamak için mi bu şekilde yapılmış ya da Ackles rolünü daha mı ciddiye almaz olmuş bilmiyorum, acayip kasıntı bir Dean Winchester ile karşılaşıyoruz. İlk sezonlarda ne kadar samimi bir karakter olduğunu hatırladığım için bu da beni rahatsız eden şeylerden biri oldu.Evet, o zamanlarda da havalı bir karaktere sahipti ama bu sezonlarda havalıdan çok tam olarak kasıntı diye tanımlayabilirim. Belki bu Ackles'in oyunculuğuyla da alakalı olabilir. Şimdi geri dönelim asıl konumuza. 



Soldaki Leviathanların başı Dick, sağdakiyse şeytanların başı Crowley. İkisinde de aynı alaycı gülüş, takım elbise ve hazır cevaplar. Sanırım dizinin en büyük problemi bu. Tekrarlayan karakterler, sanki oyuncular gözümüze sokulmak istenirmiş gibi sürekli ölümden dönen karakterler. 


Yine de bu kadar yerdiğime bakmayın , eğlenerek izliyorum. Bazen kafa dağıtmak için düşük bütçeli, çokta üzerinde durulmayan şeyleri sevebiliyorum. Özellikle kimi yan hikayeleri gerçekten güzel. 


Peki sizin bu konu hakkında düşünceleriniz neler? 


***

IG: @kayipfisilti

Tüm dizi ve film incelemelerimi görün.

Dizi incelemelerimin tümünü görün.


Kaynaklar: Baştan 3. Artemis çalışması: DeviantArt

16 Ekim 2023 Pazartesi

Şu sıralar fazlasıyla yoğunum... Ne kadar sıklıkla yazabilirim bir süre bilemiyorum, eskisi kadar olamayacağı kesin. Fazla yoğun bir dönem beni bekliyor. Haftada bir-iki bazen hiç yazamayacağım sanırım. 15 Ekim 97. Benim doğum tarihim. 25'i de aştım artık. Yol 30'a yöneldi. Karışık karışık duygular. 22 yaşımda bu yaşta kalsam olur diye düşünürdüm hep. Aslında 25'te de kalabilirdim. Ne bileyim... 25'i aşınca işin şakası yok anladım, zaman durmuyor yani... Korkutucu sanki.  Neyse, bu sene çok özel bir hediye aldım. Tüm hediyeler çok özel tabii ki ama bunun bende yeri hep ayrı olacak. Çok çok önceden, biraz bahsetmiştim bu arkadaşa bununla ilgili. Kayıp Fısıltı dergisi, nasıl olurdu acaba? Belki bir gün...




Ve işte karşımda, nasıl olabileceğini görüyorum. Sevgili arkadaşım gönderilerimden bazı favorilerini seçerek dergi haline getirtmiş. 12 sayfalık bu mini derginin anlamı benim için çok büyük... Sanki hayallerime bir adım daha yaklaştırdı gibi hissediyorum... Kendisine buradan tekrar çok teşekkür ederim...





Köy...

Biz karavanımızı eşya taşımak için çok kullanırız. Bu yüzden köye de götürdük. Köyün yakınında bir karavan parkı var. Birkaç gün orada kalmaya karar verdik. Birçok karavan vardı, nereden gelmiş bu kadar çok karavan bilemiyorum. Karavanımızın önünde oturuyorum.






Gök yüzü oldukça ilginç bugün. Saat öğlenin üçü ve öyle çok bulut var ki... Uzanıyorum bu bulutların altında. Yine de ortalık aydınlık. Bulutların parlak beyazlığından mı bilemiyorum... Tam tepemde bir delik bulutlarda. Bulutların ne kadar kalın olduğunu o delikten görebiliyorum. Oldukça ilginç... Bir de ay görünüyor. O delikten. Köyden komşular geliyor bu sıra. 




Uzun süredir aklımda bir düşünce var. Köyde tamamen mi kalsam. Şu doğaya bir bakar mısın? Hızlı hayattan uzaklaşıp doğanın beni emmesine izin veresim geliyor çokça. Oturduğum yerden bu düşüncemi sesli söyleyiveriyorum. Bizim köyde az , az değil aslında pek bir, safça bir tanıdığımız var. Çok gariptir. Yani olur olmadık şeyleri anlatıverir ama kötü ya da ahlaksız olduğundan değil, bunların yanlış olduğunu bilmediği için yani ortamından kaynaklı. Severim kendisini. 




Kal tabii diyor bu tanıdığımız bana. Kal valla ayaklarını öperim diyor. Hepimiz bir an şaşırıp dönüp ona garipçe bakıyoruz. Sonra he bu bizim bilmem kim, neyse deyip hemen kafamızdan bu garip cevabı uzaklaştırıyoruz. Tembelce sandalyemden tekrar gök yüzüne bakıyorum, ay manzaram gitmiş. Bulutlar hemencik birleşivermiş.



Bu durum benim canımı pek bir sıkıyor. Komşular daha garipleşmeden oradan uzaklaşıyorum. Biraz yürüyüp döneceğim. Karavanımızdan biraz uzaklaşıyorum. Bembeyaz olan sadece bulutlar değil. Hava soğuk değil ama etrafta az az karlar var. Yürüyüş yolum büyük bir kanyon ile sona eriyor. Karavana geri dönerken annemle karşılaşıyorum. Onunla geri dönüyoruz sohbet ede ede. Ve birden ortalık kahverengimsiye dönmeye başlıyor. Offf, yine pislikler. Şu kirli hava. İnsanlar yetmiyormuş gibi birde galaksimizin başka bir galaksi tarafından çöplük olarak kullanılması mı? Canımı gerçekten çok sıkıyor bu durum. En azından insanlar bu kadar pis olmasaydı yine uzaylılara daha kolay ve çabuk çözüm bulurduk değil mi?




Evet, büyük ihtimalle fark ettiğiniz gibi birkaç gün önce gördüğüm ilginç bir rüyayı anlattım size. Rüyama göre içinde bulunduğumuz galaksimizi çöplük olarak kullanan başka bir galaksi bulunuyor. Tüm pisliklerini bize gönderiyorlar ve biz onlara ulaşamıyoruz bile. Rüyalarımın garipliği bazen beni şaşırtıyor. Sanki onlardan değişik kurgular yaratabilirim gibi. Gerçeğe dönelim şimdi... En son 12 yaşımda filan bisiklete binmiştim. Sonra 4-5 sene önce binmiştim ama sürememiştim. Hani derler ya bisiklet sürmek unutulmaz diye. Resmen unutmuşum, süremedim yahu. Ama aslında bisikletin problemli olduğunu yeni öğrendim.




Yani neredeyse 15 sene sonra ilk defa büyük bir zevkle bisiklete bindim. Üstelik babam da kendi bisikletiyle benimle beraber geldi. Çok uzun zamandır silinmiş anılarım aklıma düşüverdi. Düşense İstanbul sokaklarında babamın bana bisiklet öğrettiği zamanlardı. Gölün kenarında huzurlu bir şekilde giderken, yüksek ağaçlarla kaplı, ufkun üzerinde beliren dağın karşısında, babam arkadan bisikletle gelirken... ve garipçe hoş bir his eşliğinde bu an ölümsüzleşti bende.



Eeee, siz nasılsınız sevgili okurlarım? Hayatınız nasıl gidiyor? Biraz anlatın yorumlarda...

20 Eylül 2023 Çarşamba

Severek izlediğim bir mini diziden bahsedeceğim. Yabancıların çoğu beğenmiş, Türklerin çoğu topa tutmuş nedenini anlamadığım bir şekilde. Bence alışılagelmişin dışında bir vampir dizisi. Ben çok beğendim. 8/10lik bir dizi benim için. Genel özelliklerinden başlayarak diziden bahsedeyim.


Spoiler (detaylı bilgi) içermez.



Mini dizi olan Gece Yarısı Ayini (Midnight Mass) sadece bir sezon, yedi bölümden oluşuyor. Netflix'te 2021'de yayınlanan bu dizi, korku türündeki çalışmalarıyla tanınan Mike Flanagan tarafından yaratılmıştır. Bölümler yaklaşık olarak bir saat sürüyor. IMDB puanı ise 7.7/10. Dizinin fragmanı:




Dizinin Konusu ve Teması


Dizimizin konusu Crockett adındaki bir adaya gizemli ve oldukça karizmatik bir rahip olan Paul Hill'in gelmesiyle beraber gerçekleşen doğaüstü olaylardır. Dizi ilerledikçe adada ürkütücü olayların olduğu ve ada sakinlerinin bunu Hristiyanlığın mucizeleri olarak görmesiyle açıklanıyor. Fakat burada bir sorun vardır ki o da dini fanatikliktir. Dizinin üzerinde durduğu en büyük problem dini fanatiklikten gözleri kör olmuş insanlardır. 


Ayrıca suçluluk ve günah temaları üzerinde de durulmuştur. Karakterler geçmişte yaşamış olduğu kimi büyük hatalardan dolayı çektiği acılar gözlenmektedir. Hatta rahibin kendisi Paul Hill bile ağır bir yük taşımaktadır; bağışlama ve kurtuluş üzerine birçok söylemlerde bulunmaktadır.


Bağımlılık gibi konulardan da bahsediyor. Alkol ve uyuşturucunun dönüşü olmayan hatalara neden olabileceğini görüyoruz. Bir diğer önemli unsur ise izolasyon. Adadan ana karaya sadece sabah ve akşamları bir vapurla gidilebiliyor. Bu da hem sakinleri tarafından güçlü bir birliktelik duygusu hem de kapana kısılmışlık duygusu yaratıyor.


Karakterler

Oyuncular oldukça başarılı bir şekilde karakterlerini üstleniyorlar.  Hatta hiçbir akristi/aktörü tanımıyordum ya da belki de önceden görmüşümdür ama anımsayamadım ama oyunculuklarından oldukça etkilendim. Başrolde Hamish Linklater, Kate Siagel, Zach Gilford gibi isimler yer almakta. Ben bazılarından bahsedeceğim şimdi.


Rahip Paul Hill




Rahip Paul Hill'i Hamish Linklater oynuyor. Gotik, vampirimsi bir havasının olmasının yanı sıra fazlasıyla dindar olması onu oldukça ilginç ve karizmatik kılıyor. Rahip Paul Hill, Crockett Adası'na geliyor ve önemli değişikliklere yol açıyor. Kendi içinde iyi ve kötüyle savaş veriyor bu da onu karmaşık bir karakter haline sokuyor. Adanın sakinlerine liderlik yapıyor ve onları oldukça canlı bir hale getiriyor fakat etrafını saran doğaüstü olaylar rahibi daha anlaşılmaz ve gizemli yapıyor.


Bev Kaene




Bev Kaene karakterine Samantha Sloyan'dan başkası olamazdı gibi geliyor bana. Sanki cuk oturmuş. Bev, Rahip Paul Hill'in öğretilerine derinden bağlı, fanatik bir dindar ve herkes için gayret göstermeye çalışan ama bunu yanlış yollarda yapan biridir. Dizide kutuplaşmaya neden olan, fanatizmin ve kör inancın tehlikelerini sembolize eden bir karakter.


Erin Greene & Riley Flynn



Erin Greene (soldaki), Kate Siegal tarafından canlandırılıyor. Adanın sakini ve dindar biri. Doğaüstü olayları fark eden ilk kişilerden. Akıllı bir kadın. Riley Flynn (sağdaki) ise Zach Gilford tarafından canlandırılıyor. Şüpheli ve kuşkulu bir karaktere sahip. Dinden, mucizelerden daha çok bilimden ve mantıktan yana. Gizemli olayların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmada büyük bir rol üstleniyor. 


Bunların dışında daha önemli birçok karakter var. Mesela müslüman bir baba oğul var. Şerif Hasan ve oğlu Ali. Şerif Hasan, Crockett Adası'nın düzenini sağlamaktan sorumlu, İslam dinini benimsemiş ve onu gittiği her yerde korumakta kararlı, iyi bir insan.


Müzik

Dinler ve doğaüstü temaları işlendiği için genelde ilahiler duyuyoruz ve zaman zamanda gerilime bağlı olarak korkunç hava veren melodileri dinliyoruz.



Dizi Hakkında Düşüncelerim

Ben oldukça keyif alarak izledim. Beni zaman zaman sorgulamaya, düşünmeye itti. Çok korktuğumu söyleyemem ama çok nadir de olsa gerildiğim anlar oldu. Sonu beklediğim gibi bitmedi, ilginçti. Benim için en büyük sorun fazla uzun diyaloglardı. Bazen ciddi anlamda ilerletesim geldi. Onun dışında kurgusu oldukça güzel, vampir dizilerinden farklı, özgündü. İzlemeli misiniz? Doğaüstü, vampir konulu dizileri seviyorsanız kesinlikle!


***

Instagram: @kayipfisilti

Tüm dizi önerilerimi ve yorumlarımı görün

Tüm dizi & film önerilerimi ve yorumlarımı görün

13 Eylül 2023 Çarşamba

Denizli'nin Acıpayam ilçesinde bulunan Acıpayam Kanyonu 2022 yılında ziyarete açılmıştır. Onun öncesinde, söylenenlere göre buraya giren biri düşüp hayatını kaybettiği için buranın çok riskli olduğunu düşünerek kimseyi sokmamışlar. 



Tertemiz, turkuaz rengi su eşliğinde uzunca bir yürüyüş alanı bulunuyor. Biz gittiğimizde giriş ücretsizdi. Suya girmek yasak. Buraya ayrıca Olukbaşı Kanyonu ya da Benlik Kanyonu'da deniliyor çünkü iki köy arasında kalan bu kanyon güzelliği nedeniyle paylaşılamamıştır.



Kanyonun bulunduğu yerde otopark, kafe, hediyelik eşya dükkanı bulunuyor. Piknik yapabileceğiniz bir alanda var. Denizli'ye uğrarsanız mutlaka gitmeniz gereken yerlerden. Daha fazla resim:







***

Not: Çiçekli resimler Acıpayam Kanyonu'na giderken yolda rastgele bir yerde çekilmiştir.

Instagram: @kayipfisilti

Tüm gezi yazılarımı görün

Denizli'de gezdiğim tüm yerleri görün

Tüm kanyon gezilerimi görün

11 Eylül 2023 Pazartesi

Girit ve Atina, Yunan mitolojisinin önemli yerlerindendir. Bu bölgelerde geçen birçok efsane bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları Minos, Theseus ve Minotor; Deadalus ve Icarus; Athena'nın Doğuşu'dur. Minos, Theseus ve Minator'un hikayelerinden bahsedeceğim bu gönderimde. Bölümler halinde gideceğiz çünkü fazlasıyla uzun. Tüm mitolojik yazılarımı şuradan görebilirsiniz: Mitoloji

Not: Bu mitolojik hikayede uygunsuz şeyler bulunmaktadır (+18 içerik).


 GİRİT VE ATİNA EFSANELERİ

 Bölüm 1

Minos, Theseus ve Minotor



Zeus, Europa'yı kaçırıyor...


Zeus , Euroa'yı Fenike'deki bir çayırda çiçek toplarken gördüğünde ona aşık oldu ve onu kaçırmak için kendini boğaya dönüştürdü. Ağzından büyülü bir çiğdem üfleyerek Europa'yı etkisiz hale getirdi. Onu sırtına aldı ve denizleri aşarak Girit'e götürdü. Burada kendi formuna geri döndü ve Europa, Zeus'un metresi oldu. Bu yeni evlerinde Zeus'un Europa'dan üç oğlu oldu; Minos, Rhadamanthys ve Sarpedon.


Zeus Europa'ya birçok değerli hediyeler verdi. Hephaistos'un atölyesinden bir kolye, bronz bir dev olan Talos adında bir gözcü (daha sonra Medeia tarafından öldürülmüştür), asla hata yapmayan bir av köpeği ve av mızrağı. Zeus için veda zamanı geldiğinde, Europa'nın Girit kralı Asterios ile evlenmesini sağladı. Asterios, Europa'nın tanrısal olarak doğmuş çocuklarını evlatlık alıp onlara babalık yaptı ve onlardan başka da çocuğu olmadı. 


Minos, Pasiphae ve Minotor'un Kökeni


Üvey babaları Asterious'un ölümünden sonra Minos ve Sarpedon taht için savaştılar ve Minos savaşı aldı. Sarpedon ve takipçilerini sürgün etti. Burada bir not düşeceğim. Bu kısım için ayrı bir anlatı daha vardır ki o da iki kardeşin birbiri ile savaşmalarının asıl nedeninin ikisinin de aynı oğlanı sevmesidir. İki kardeş Apollo'nun oğlu olan Miletos'a aşık olmuştur ve Miletos, Sarpedon'u tercih ettiğinde Minos çok öfkelenerek ikisini de sürgün etmiştir. Minos, güneş tanrısı Helius'un kızı Pasiphae ile evlendi ve ondan Katterus, Daukalion, Androgeos ve Glaukos adında dört oğlan; Ariadne ve Phaidra da dahil olmak üzere birçok da kız çocuğu oldu. Ayrıca Minos'un başka nimflerden de birçok çocuğu oldu. Buna kızan Pasiphae onun üzerinde büyü yaptı ve ne zaman Milos başkasıyla beraber olsa yılanlar, akrepler ve kırkayak şeklinde boşalım yaşamasını sağladı. Ama bu lanet de başka bir metres tarafından ortadan kaldırıldı. 


Minos


Minos, politika alanında  yasa düzenlemelerindeki zekası  ve büyük bir denizci imparatorluğu kurucusu olarak biliniyordu. Deniz gücünün potansiyelini tanıyan ilk kral olarak, donanmasını kullanarak yönetimini Ege Denizi'nin çoğu adasına genişletti. Aynı zamanda Minos, antik çağda hayranlık uyandıran Girit anayasasıyla bilindi. Yasama çalışmaları hakkında danışmak için her dokuz yılda bir Ida Dağı'nda bulunan kutsal bir mağarada (bu mağara Zeus'a aittir) babasını ziyaret ederek, Zeus'un tavsiyelerinden yararlandı. Üstelik Minos, yeryüzündeki adaletiyle o kadar ünlüydü ki ölümden sonraki hayatında Hades'in ölüleri yargılayan yargıçlardan biri olarak seçildi. Fakat, kendisi tarafından zulme uğramış olan bir toprak olan Atina'da desteklenen başka bir görüş vardı onun hakkında ve o da onun tiran olduğuydu.


Minotor


Minos'un asıl efsanelerinin çoğu Minotor'un hikayesi ile bağlantıdır. Tahtına olan iddiası tanrılar tarafından onaylanmıştı ve bunu halkına, Giritlilere göstermek istiyordu. Bu yüzden Poseidon'a denizden bir boğa göndermesi için dua etti ve boğa geldiği zaman boğayı ona kurban etmeyi vaat etti. Ancak Minos, boğayıgördüğünde güzelliğinden o kadar etkilendi ki onu kendi sürüsünün arasına kattı. Sürüsünden başka bir tanesini Poseidon'a kurban etti (başka bir alıntıya göre de her sene en iyi boğasını Poseidon'a kurban etmiştir). Her halükarda Poseidon asıl boğayı alamadığı için çok öfkelenmiştir. Bu yüzden gönderdiği boğayı çok vahşi bir hale getirip Pasiphae'nin de bu boğaya karşı doğal olmayan bir tutku beslemesine sebep oldu. O sırada Atinalı Daidalos (en iyi zanaatkarlardan biri), Atina'da cinayet suçundan kaçıp Girit'e gelmişti. Pasiphae sırrını Daidalos'a açtı, Daidalos'da ona sığır derisi kaplamalı tahtadan bir inek yaptı, yani Pasiphae inek kılığına girdi. Sonuç olarak Pasiphae'nin boğayla olan ilişkisinden bir canavar doğdu. Bir boğanın başına ve kuyruğuna; bir insanın da vücuduna sahip olan bir canavar, ismi ise Minotor'du. Minos daha sonrasında Deidalos'a büyük, korunaklı bir labirent inşaa ettirdi, burası Minotor'un evi ve hapishanesi oldu. 


Daidalos yeğenini öldürdüğü için Atina'yı terk etmişti. Çünkü yeğeni Talos'u yanına çırak almıştı ve Talos'un yeteneği onu gölgede bırakacak seviyeye gelmişti bu da Daidalos'un kıskançlığına neden olmuştu. Talos çömlekçi tezgahı, daire çizme aracı gibi her türlü harika aleti icat ediyordu. Hatta tesadüfen düzgün sıralanmış dişleri olan bir yılan çenesi gördüğünde testereyi icat etmişti. Talos'un son başarısı Daidalos'un kıskançlığı iyice körükledi. Daidalos onu Akropolis'ten aşağı atarak öldürdü. Talos'un cesedi bulunduğunda Daidalos, Areiopagos mahkemesinde cinayetle suçlandı ancak Girit'e kaçarak cezadan kurtulmayı başardı.


Bu bölümün devamı gelecektir...


***

IG: @kayipfisilti
Yunan mitolojisi ve diğer tüm mitolojik yazılarımı görün
Edebiyata dair tüm yazılarımı görün

Kaynaklar: 2. Resim: Greek Mythology | 2. Resim: Legends

8 Eylül 2023 Cuma

Helius, Yunan Mitolojisinde güneş tanrısı olarak bilinir. Titan tanrısıdır ve Hyperion ile Theia'nın oğludur. Phaethon ise Helius ve Clymene'in oğludur. Helius ve Phaethon'un hikayesi ise Ovid'in Dönüşümler isimli eserinde yer alır.



Helius dünya üzerinde herhangi bir alanın hükmünü sürememişti, çünkü Zeus'un tanrılara iş dağıtımı sırasında orada değildi. Bu yüzden Helius'un asıl işi gökyüzünde at arabası sürmek oldu. Ve bu en önemli işlerden biriydi çünkü bu at arabası güneşin ta kendisiydi. Helius vakitlice hergün güneşi dolaştırırtı. Böylelikle geceyi ve gündüzü yaratır, dünyanın ısınmasını sağlardı.


Bu işle çok meşgul olmasına rağmen Etiyopya'da yaşayan Clymene adında ölümlü bir kadınla aşk yaşıyordu. Bu çiftin Phaethon adında oğulları olmuştu. Phaethon'un doğumundan kısa bir süre sonra ilişkileri bitti ve Clymene, oğluna kendi oğluymuş gibi bakan bir prensle evlendi. Clymene ve prens başka çocuklar da doğurdular ve uzun yıllar boyunca mutlu yaşadılar.


Bir gün, Phaethon'un gerçek babasının kim olduğunu öğrenme zamanı geldiğinde bu mutluluk parçalandı. Clymene, oğluna babasının güneş tanrısı olduğunu söyledi. Phaethon annesinin bu söyledikleri karşısında büyülendi. Bu onun için inanılmaz bir olaydı ve okulundaki tüm arkadaşlarıyla bu durumu paylaştı. Fakat ona kimse inanmadı. Ondan bunu kanıtlamasını istediler.



Güneş tanrısının oğlu olduğunu kanıtlamak için annesinden yardım istedi. Annesi, kendisinin yardımcı olamayacağını ama Helius'un sarayına giderek direkt kendisinden yardım alabileceğini söyledi. Annesinin tarifiyle sarayı hemen buldu. Sarayı gördüğünde ağzı açık kaldı. En güzel saraylardan biri olmalıydı. 


Endişeli bir şekilde Helius'un taht odasına yaklaştı ve etrafın görkemini incelemekten kendini alamadı. Tunç altından sütunlar taht odasının tavanını destekliyordu ve odanın ışıldamasını sağlıyordu. Tanrının tahtı, katı zümrütten yapılmaydı ve olağanüstüydü. Helius'un hizmetlileri de birer tanrıydılar ama daha alt statülerdeydiler. İsimleri ise Gün, Ay, Yüz, Yüzyıl, Saat ve Mevsim'di. 


Helius oğlunu hemen tanıdı çünkü Phaethon'un fiziği ve bakışı aynı annesine çekmişti. Helius, oğlunun derdini dinleyince onu anlayışla karşıladı ve ona kanıt sunacağına söz verdi. Hatta söz vermekten fazlasını yaptı, bozulmaz yemin etti. Hades'in Styx Nehri* üzerine, ne isterse kanıt vereceğine dair yemin etti. Bu yemini eden tanrı bile olsa yemininden dönemezdi yoksa ciddi sonuçlarla karşılaşırlardı.


Phaethon'un aklında ise zaten bir fikir vardı ve onu dile getirdi. Babasının atlı arabasını kullanmak istiyordu. Helius oğluna hemen söz verdiği için pişman oldu. Çünkü Helius bunun inanılmaz tehlikeli olduğunu, atları kontrol etmek için büyük bir güç ve deneyim gerektirdiğini biliyordu. Oğluna tehlikelerden bahsederek onu fikrinden geri döndürmeye çalıştı. Zeus bile olsan, gökte uçururken kendini öldürebilirsin bile dedi oğluna. Ama Phaethon dinlemedi.


Saat, arabayı hazırlarken Phaethon iyice heyecanlanmıştı. Babasına bir şey olmayacağına dair güvence verdi fakat babası çok umutlu değildi. Phaethon giderken Helius bir iç çekti, belki de korktuğu başına gelmez, oğlu bu arabayı sürebilirdi. Fakat Phaethon, babasının sarayından ayrılır ayrılmaz kontrolünü kaybetti. Atlar normal gittiği yolun tersine çekmeye başladı arabayı. Helius, oğlunun oradan oraya savruluşunu izledi tahtından yas tutarak. Atları dizginlemek için yapabileceği bir şey yoktu. 


İlk olarak, atlı araba Phaethon'u gökyüzüne götürdü, burada öyle büyük hasarlara yol açtı ki, araba nereye giderse orada büyük yanık bir iz bıraktı. Bu iz, Samanyolu olarak bilinir hale geldi. Ardından, atlar dünyaya doğru yarıştılar. Atlı araba dünyada dokunduğu yerde yangın çıkardı. Bu yanmış bölgeler Afrika çöllerine dönüştü.



Atlı araba son olarak tanrıların dünyasına Olimpos'a yöneldi. Gaia, tanrıların ilk annesi, diğer tanrılardan bunun durdurulması için yardım istedi. Dünyayı ve Olimpos'u daha kötü halde görmek istemiyordu. Yapılabilecek tek şey vardı o da Zeus'un şimşek yıldırımı fırlatmasıydı. Çocuğun ölmesini kimse istemiyordu ama yapılabilecek başka bir şey yoktu. Zeus hedef almada çok iyi olduğu için atlı arabaya yıldırımını isabet ettirdi. Çocuğun ölümüne herkes üzülse de tanrılar bir yandan dünyanın küçük bir kısmının hasar alarak kurtulduğuna sevindiler.  Demirci Hephaestus, dünya gün ve geceyi sürdürebilsin diye Helios'a yeni bir araba yaptı. Yeni araba mücevherlerle ve karmaşık oymalarla kaplıydı, ilkinden daha da güzeldi, Phaethon'un anısına.


***

Instagram: @kayipfisilti

Tüm mitolojik yazıları görün

Edebiyata dair tüm yazıları görün

*Styx Nehri hakkında detaylı bilgi


Kaynak: İkinci resim: Theoi | Üçüncü resim: Quora

Son Instagram Gönderilerim
@kayipfisilti

Instagram

Kayıp Fısıltı. Theme by STS.