Eğer henüz izlemediyseniz sizi çok güzel bir filmle tanıştarayım. Sinema tarihinin en sevilen filmlerinden: Amelie. IMDb sayfasında en iyi 111. film olarak geçiyor ve puanı 8,3/10. Çok önceden izlemiş ve sevmiştim bu filmi ve sevgili İlkay'ın bloğunda da görünce ( Amelie | Neptünlü Cadı ) tekrar izlemek istedim.
Le Fabuleux Destin d’Amelie Poulain (Amelie Poulain'in Muhteşem Kaderi) ya da bilinen kısa adıyla Amelie, 2001 yılında vizyona girmiş Fransız yapımı bir filmdir. Yönetmen koltuğunda Jean-Pierre Jeunet otururken, senaryosu Jeunet ile Guillaume Laurant tarafından kaleme alınmıştır. Filmin başrolünde, Amélie Poulain karakterine hayat veren Audrey Tautou yer alır. Yaklaşık 123 dakika süren film, Fransa’nın yanı sıra Almanya ortak yapımı olarak da üretilmiştir. Hikaye büyük ölçüde Paris’in Montmartre mahallesinde geçer; bu bölge filmin ruhunu yansıtan, adeta başlı başına bir karakter haline gelen mekanlarıyla dikkat çekiyor.
Filmin görüntü yönetmenliğini Bruno Delbonnel üstlenmiş, müzikleri ise unutulmaz temalarıyla Yann Tiersen bestelemiştir. Amelie ilk olarak 25 Nisan 2001’de Fransa’da gösterime girmiş ve kısa sürede dünya çapında büyük bir başarı elde etmiştir. Fransız sinemasının en sevilen ve tanınan filmlerinden biri haline gelen yapım, hem özgün anlatımı hem de görsel atmosferiyle sinema tarihinde özel bir yer edinmiştir. Filmin fragmanı:
Amelie’nin hikayesi, küçük yaşlardan itibaren çevresine yabancılaşmış, hayal gücü zengin ve içe dönük bir genç kadın olan Amelie Poulain’in yaşamını anlatıyor. Çocukluğunda aşırı korumacı bir baba ve duygusal mesafeli bir anne tarafından büyütülmüş olan Amelie, bu ilgisiz sevgi biçimi nedeniyle gerçek dünyadan kopuk bir şekilde büyür. Yetişkinliğe adım attığında Paris’in Montmartre semtinde mütevazı bir kafede garsonluk yapmaya başlar. Günleri sıradan bir rutinde geçerken, bir gün evinde bulduğu eski bir teneke kutu -içinde yıllar önce bir çocuğa ait hatıralarla dolu bir kutu- onun hayatının dönüm noktası olur.
Amelie, bu kutunun sahibini bulup ona geri vererek büyük bir mutluluk yaşatır ve o andan itibaren başkalarının hayatına gizlice küçük mutluluklar katmayı kendine görev edinir. Sokaktaki yaşlı bir kadına yardım eder, komşusuna gizli notlar bırakır, babasının dünyayı gezme hayalini harekete geçirir… Ancak başkalarını mutlu ederken, kendi yalnızlığının ve duygusal boşluğunun farkına varır.
Bir gün, Nino adında gizemli bir gençle karşılaşır. Nino, kayıp fotoğraf parçalarını toplayan, tuhaf ama sevimli bir ruh. Amelie, onunla tanışmak ister fakat utangaçlığı yüzünden hep dolaylı yolları tercih eder. Film, Amelie’nin kendi korkularıyla yüzleşip gerçek bir ilişkiye adım atma cesaretini bulmasını anlatır. Bu süreçte, küçük mutlulukların, sevginin ve insan bağlantılarının hayatı nasıl değiştirebileceğini sade ama derin bir dille işlenmiştir.
Filmin merkezinde Amelie Poulain vardır. Onu canlandıran Audrey Tautou, masumiyetiyle karışık meraklı bakışları, sessiz mizacı ve büyülü enerjisiyle karakteri adeta yaşatmış. Amelie, dünyaya doğrudan dokunmak yerine onu uzaktan izlemeyi seçen bir kadın; insanlara küçük mutluluklar sunarak yaşamına anlam katmaya çalışıyor. Ancak film ilerledikçe, başkalarının mutluluğunu sağlarken kendi yalnızlığını fark eden ve gerçek duygusal bağlar kurmayı öğrenen birine dönüşür. Tautou’nun oyunculuğu, Amelie’nin hem çocukça saflığını hem de içsel karmaşasını oldukça iyi bir şekilde hissettirmiş.
Amelie’nin aşık olduğu gizemli genç Nino Quincampoix rolünde Mathieu Kassovitz yer alıyor. Nino, fotoğraf kabinlerinde unutulmuş fotoğrafları toplayan, hayatın garip ayrıntılarına ilgi duyan bir karakterdir. Tıpkı Amelie gibi o da kendi dünyasında yaşayan, içe dönük bir kişidir. İkisi arasındaki bağ, kelimelerden çok sembollerle, jestlerle ve küçük oyunlarla kurulur. Bu yönüyle aşkları, sıradan romantik hikayelerden çok daha büyülü bir tonda ilerliyor.
Raphael Poulain, Amelie’nin babasıdır ve Rufus tarafından canlandırılmıştır. Eşinin ölümünden sonra içine kapanmış, duygularını bastırmış bir adam. Amelie’nin çocukken duygusal olarak uzaklaşmasının temel sebeplerinden biri gibi gözüküyor. Ancak kızı, babasının dünyayı gezme hayalini gerçekleştirmesi için ona küçük bir oyun kurar ve bu sayede ikisi arasındaki görünmez duvar yavaş yavaş kalkar.
Amelie'nin çalıştığı kafedeki diğer karakterler de önemli bir yer edinir filmde. Suzanne (Claire Maurier), kafeyi işleten güçlü ama kırılgan bir kadındır; Georgette (Isabelle Nanty) ise hastalık takıntılarıyla tanınan bir eczane çalışanıdır. Lucien (Jamel Debbouze), Amelie’nin yaşadığı binadaki nazik ama saf gençtir, Raymond Dufayel (Serge Merlin) ise “Cam Adam” lakabıyla bilinen, kemik hastalığı nedeniyle evinden çıkamayan ressamdır. Dufayel, Amelie’nin en büyük sırdaşı olur; onu cesaretlendirir ve duygularını bastırmak yerine yaşamaya yönlendirir.
Amelie'nin en sevdiğim kısmı, evet hikayesinden bile, görselliği oldu. Görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel’in büyüleyici kamerasıyla Paris adeta bir rüya şehrine dönüştürmüş. Film boyunca hakim olan sıcak tonlar -özellikle kırmızı, yeşil ve sarı- beni sarıp sarmaladı. Nostaljik ama canlı bir atmosfer var. Sanki her kare, Amelie’nin iç dünyasının bir yansıması gibi; melankolik ama umut dolu, sessiz ama ışıkla dolu.
.jpg)
Montmartre sokakları, küçük kafeler, apartman odaları… Renklerin dengesi, detayların özeni ve ışığın kullanımı benzersiz. Sıradan bir Paris gününü bile masalsı bir anıya dönüştürmeyi başarıyor. Özellikle Amelie’nin trenle yaptığı yolculuk sahneleri veya filmin sonunda bisiklete bindiği o anlar, benim filmde en çok hoşuma giden bölümlerden biri oldu. Kamera, onunla birlikte hareket ederken adeta seyirciyi de bu yolculuğa dahil ediyor; rüzgarın, hızın, özgürlüğün hissedildiği bir akış yaratıyor. Bayıldım...
Amelie’nin müzikleri, Fransız müzisyen Yann Tiersen tarafından bestelenmiştir. Tiersen, film için daha önceki solo albümlerinden parçaları da kullanarak, akordeon, piyano ve yaylı enstrümanların ön planda olduğu zarif bir müzik atmosferi yaratmıştır. Bu parçalar, Paris’in nostaljik havasını tamamlıyor ve karakterlerin iç dünyasına uyumlu bir ritim sunuyor. Filmin en bilinen eserleri arasında "Comptine d’un autre ete: L’apres-midi" ve "La Valse d’Amelie” yer alıyor.
Kostümlere gelecek olursak... Kostüm tasarımları, filmdeki renk paletiyle uyumlu olarak sıcak tonlardan ve sade dokulardan oluşmuş. Özellikle Amelie’nin ikonik kırmızı kazağı, yeşil elbiseleri ve kısa kesimli saç modeli, onun hem utangaç hem de özgün kişiliğini vurgulamış. Bu sade ama dikkat çekici tarz, karakterin içe dönük doğasını ve küçük mutluluklardan beslenen dünyasını simgelemiş.
Nino’nun rahat, biraz da dağınık kıyafetleri onun meraklı ve hayalperest yönünü yansıtırken; Amelie’nin çalıştığı kafedeki diğer çalışanlar, Fransız taşra estetiğini çağrıştıran klasik parçalarla görünüyorlar. Genel olarak filmde, abartıdan uzak, günlük yaşamın içinden seçilmiş kıyafetlerle sade, doğal ama etkileyici bir görsellik oluşturulmuş.
İzlemeli misin? Amelie, sakin temposu, sade anlatımı ve karakter odaklı ilerleyişiyle her izleyiciye hitap etmese de, yaşamın küçük ayrıntılarına değer veren herkes için anlamlı bir film olarak görülebilir. Renkleriyle, mizahıyla ve duygu dolu atmosferiyle huzurlu bir deneyim sunuyor. Özellikle iç dünyasında sessiz bir derinlik taşıyan, duygularını açıkça dile getiremeyen ama gözlem yapmayı seven izleyiciler bu filmde kendilerinden bir parça bulabilir. Hayatın karmaşasında küçük mutlulukları fark etmek isteyen, sıradan anların da büyü taşıyabileceğine inanan herkes için Amelie kesinlikle keyifli ve düşünceli bir yolculuk olacaktır...




Bu filmi çok değer verdiğim birisiyle ilk kez izledim ve ilk filmimizdi, çok beğendim. Yazında filmi çok güzel anlatmışsın. Tekrar tekrar izlenmeye değer bir film gerçekten. Film hakkındaki duygu ,düşünce ve görüşlerini paylaştığın için teşekkür ederim.
YanıtlaSil